Yolculuk.



Kaç kitap okuyunca alim, kaç diyar görünce gezgin, kaç hezimetten sonra bezgin olurdu insan? kaç olunca çok ; kaçta kalınca azdı rakamlar..Elif Safak


Tam 865 gündür Latin Amerikadayım. Bu yazıda  hem geçirdiğim 2.5 yılın özeti hem neden ve sonuçlarını anlatmaya çalışacağım dilim döndüğünce. Her şey gelmişine geçmişine sövdüğüm bir günde böyle bir kararı aldım. Her ne kadar bir seyahat gibi görünsede aslında benim için terk edişti. Niye bırakır ki her şeyi insan ardından? Bir daha dönmemek üzere yola çıkmak ne demek? ya da dönememek, dönmemek için elinden gelini yapmak ? Bu kadar mı kötü bir hayatım vardı? Aslında beni tanıyan insanlara sorarsanız iyi bir hayatım olduğunu söyleyeceklerdir, ev , iş güzel arkadaşlıklar küçük seyahatler  vs filan...Ama arkadaş  mutlu değildim genel itibariyle, yaşadığım toplum ve ülkeye her geçen gün yabancılaşıyordum,  siyasilerin beni kızdıran hal hareket ve  konuşmaları, ataerkil bir kültür, yolda, sırada, trafikte, otobüste hep  yolunu bulma halleri çakallık.ve saygısızlık,  kariyer ukalalığı,satın aldıklarıyla mutlu olan insanlar  Bu batan şeylerden bir kaçı daha önemlisi cehaletin artması. Yanlış anlamayın okuma yazma oranından bahsetmiyorum, nice insanlar var ki master yapmış birine taş çıkarır. Zekiliğin yerini kurnazlığın alması ve buna arada kendimi de dahil etmem rahatsız ediyordu açıkçası.  Çok fazla o deveyi güdemedim yani. Diğer husus ise; din faktörünün her alanda etkili olması.; ben dindar biri değilim, bilakis dinin var olmaması gerektiğini düşünen biriyim. Ve bu din faktörü her geçen gün hayatın her alanında o kadar hissedilmeye başladın ki özellikle eğitim ve sosyal alanındaki değişiklikler Türkiyede evlenip çoluk çocuğa karışma fikrini tamamen sildi bende. Başka bir husus ise  askerlik; 2002-2005 yılları arasında Irakta tercümanlık yapıp savaşın en kötü haline tanıklık ettim ondan sonra tekrar silahların içinde olmak korkuttu beni açıkçası, bu yüzden yapmamaya karar verdim ve dönememek için oluşturduğum şartlardan biri buydu.
Bazen düşünüyorum da benim gibi bulunduğu şartlardan rahatsız olan o kadar yığınla insan var ki gitmek isteyip-de gidemeyen! Onlar neden yapmıyor ya da yapamıyor? Onlardan farkım ne?Sanırım onların bırakamayacağı çok şey var benim ise yoktu. Ne bilim! Ne bırakamayacağım bir kariyer, ne sahip olup değer verdiğim  bir meteryal, ne geleceği düşlediğim bir kadın ne sevdiğim bir iş ne de bir aile... Kitaplarım ve arkadaşlarım dışında hiç  bir şey. Zaten zamanla, arkadaşlarım da  zamanın acımasızlığından dolayı hafizalarindan silinecektim, kitaplarımı da verecektim en yakın arkadaşlarımdan birine.  Belki de yukarıda ülkenin şartlarıyla ilgili saydıklarım sadece gitmeye sebep, neden değildi!, Yapmak istediklerimle yaptıklarım arasında çok fark vardı. Kendime göre başarısız biriyim ya da yapmak istediklerimi hattımden büyüktü,  ve muhtemelen de   kendime açıklayamadığım asıl neden buydu ve ilk başta saydıklarım tetikledi beni sadece .Hep bir arayış anlayacağınız, bu arayışlardan biri de uzun bir seyahatti...
        Uzun bir seyahati kendimi bildim bileli düşlemişimdir ama hep ertelemişimdir.  Artık bunu yarına bırakmak istemedim  unutmamak ve  her an hatırlatması için sırtıma gitmek istediğim yerini haritasının dövmesini yaptırdım, olur da vazgeçersem hayatım boyunca sırtımda taşıdığım bir hayal olarak kalacaktı ve kendime her baktığımda bunu hatırlatacaktı.
Peki neden Latin Amerika? Kapitalist toplumda yetişmiş bir  insanın yapması gereken sosyal ve ekonomik şartların iyi olan bir ülkeyi tercih etmektir? Ailemin Almanyada oluşu, 10 yıllık Abd vizem olması, bir arkadaşımın Kanada konusunda baskı yapması bu ülkeler üzerinde düşünmüştüm bir süre. Fakat buralarda kendimi hep mülteci hissedeciğimi, aitlik hissi  sorunu yaşayacağımı biliyordum bir önceki seyahatlerimden dolayı. Bu yüzden edindiğim bilgi birikim ve kültür sonucunda Latin Amerikanın doğru bir seçenek olacağına karar verip yollara düştüm. Zaten uzaktan hep güzel görünmüştür gözüme.

Tarih 16 Kasım 2012 yi gösterirken İstanbul-Newyork, New york Bogota seferiyle düşlerimi gerçekleştireceğim kıtaya vardım.
Yaklaşık 2 yıl bütün Latin Amerikayı dolaştım (Ekvador, Peru Bolivia , Şili, Arjantin, Uruguay, Brezilya, Panama ve Küba) .Bir yandan düşlerimi gerçekleştirmenin gururunu yaşarken bir yandan da böyle karar vermiş olduğum için kendimi şanslı insanlar arasında görmekteyim. 'En zengin insan hayallerini gerçekleştiren insan' demiş birisi. Şöyle uzunca bir özetle anlatmam gerekirse yolculuğumun detaylarını, 2.5 yılda 300  nin üzerinde farklı yer gördüm.Dünyanın her yerinden farklı kültürlerden birileriyle tanıştım o kadar çok gidecek yerim oldu ki bir sonraki yolculuğum daha ucuz olacak galiba. Üniversite yıllarından sonra hayatımın en keyifli ve en verimli yılı oldu diyebilirim. Verimli diyorum çünkü yolculuk; yeteneklerinin ve birikimlerinin farkına varmasını öğretiyor insana. Ve en önemlisi anlamsız gelen bir çok şey anlam kazanıyor ya da anlamlı olan şeyler anlamını yitiriyor. Değişiyorsun sanırım..
Aksiliklerle,üzüntülerle ve sevinçlerle muhteşem bir süreç oldu benim için.   En iyisi şöyle bir özet geçip olumlu ve olumsuz anlar olarak unutamadıklarımdan başlıyayım. Daha doğrusu 'En'lerden...
Öncelikle hayatımın en keyifli çalışma dönemi Cordoba'daki Aldea Hostelde oldu. Çalışırken bu kadar eğleneceğim başka bir yer olamaz. Ne mi yapıyordum? Resepsiyon,tamir ve bakım, tuveletler ve banyoların temizliği vs filan. Ortam muhteşemdi...Arkadaşlara Türk Daması öğretip boş zamanlarda Dama (Bu arada çok iyimişim Dama konusunda bunu fark ettim alkol almadığım süre boyunca kimse yenemedi beni hatta sabahlara kadar Youtube dan damanın bütün ayrıntılarını izlemelerine rahmen) ve bu oyun ilerde bana satranç i öğrenmeme yardımcı olacak, en büyük zevklerimden biri haline getirecekti . Ayrıca hayatımda geçirdiğim en güzel doğum gününü burda geçirdim. İnanılmaz bir partiydi balonlar, yazılar içkiler, hazırlıklar vs filan... Açılışı kafamı pastaya gömerek yaptılar ve o geceye ait  hatırladığım en son şey ise barda bir sürü insanın beni havaya atıp tutması sonrası ise akşam 5 gibi şiddetli bir baş ağrısıyla uyanmam oldu. Tabi doğum günü hediyesi olarak Danny den aldığım Rakı da cabasıydı. Anasonlu içkinin üstüne Rakı yazmak ayrı bir yaratıcılıktı tabi. Ben de yemiştim bunu.Biliyordum bu kıtanın beni çağırdığını. Bu arada sadece konaklama karşılığında çalışıyordum, para kazanmak için de sokakta flüt çalmak ayrı bir keyifti. Bildiğin karnımı doyurmamı sağlayacak para kazanıyordum....
En çılgın dönem İspanyol arkadaşım Patxi ile geçirdiğim toplam 6 haftalık yolculuk oldu. Bütün Ekvador'un sahil kasabalarını birlikte dolaşıp peru maancoraya ya kadar yolculuk ettik.Hatta  Yeni yılda Ekvador'un Montanita sahil kentinde hostel bulamadığımız için  1 hafta çadırda okyanus kenarında kamp kurararak geçirdik. Ilk gece gel git i hesaplamadigimizdan dolayi sabah buyuk bir dalganin etkisyle uyanmistik.  Basta alkol aldigimidan dolayin cadirin kaydigini pek hissetmemistim fakat fermuari actigimda dalgalarin ustume ustume geldigini gorunce ilk isim sirt cantami alip boxer la kiyiya kosmak oldu. Baktim akdasimin cadiri hala yerinde  kostum onu uyandirim dedim 5 dk daha uyum dedi. Neyseki cadirin fermuarini acinca o panikle nerdeyiz biz diyerek esyalarini kurtarma teleasina girdi.

Biraz da gönül işlerinden bahsedersek . Uzun sürmüyor tabi seyir halindeyken hiçbirşey . Ya ben ayrılmak zorunda kaldım o şehirden ya da o döndü evine. Sadece biri geldi bulunduğum başka bir şehre beni görmeye. Ve sadece bir kere ben gittim 5 tane ülkeyi aşarak başka bir kente birini görmeye , vardığımda ise herşeyin değişmiş olduğunu farkettiğimde yolcu yolunda gerek diyerek terk etmiştim o kenti. Gidene değil gelene bakmasını öğretiyor yolculuk kısaca.... Ama herşey muhteşemdi. Farklı iklimden ve ülkeden birinin hayatına girmesi farklı bir gezene gitmek gibi geldi nedense. Yeni bir dünya tanıyorsun sanki bir kadını tanımakla. şaşırmanın keyifli olduğu ilişkiler yaşadım açıkçası.

En kötü otobüs yolculuğumu Bolivya' da gerçekleştirdim. 8 saatlik yolu 22 saatte tamalayarak kırılması zor bir rekora imza attık sanırım. Gecikmenin sebebi de otobüsün çamura batmasi oldu. Çamurda çamur değil ki arkadaş yaklaşık 45 derecelik acıyla yan yatıyordu otobüs. Yağmurlu soğuk bir havada ve 6000 mt in üzerinde Saat akşam 8 den saat 1 kadar  otobüsü itip çalıştırmakla uğraştık, olmadı tabi ancak sabah 9-10 gibi başka bir otubüs geldi. Ayrıca yerlilerin koka yaprağı çiğnemesinden dolayı otobüsün için berbat kokması da cabasıydı. Bu arada 45 kişilik otobüste 60 kişi vardı çoğu koridor serpilmiş durumdaydı... Ve işte böyle bir gecede yolculuğum boyunca bana yol gösteren Kutsal kitabım Lonely Planet i ısınmak için yakmak zorunda kaldım. O yağmurlu havada büyük bir ateş yakmayı başararak bütün yolcuların ısınması sağlayıp kahraman ilan edildim. Tabi olan bizim kutsal kitaba oldu. Diğer bir ayrıntı ise; yolculuğun sonunda nihayet Arjantin sınırına varmıştım  fakat geceden dolayı üstüm başım çamur olduğu için sınırı geçerken polis beni durdurdu. Pasaportumu istedi ve neden çamur içinde olduğumu sordu. Ben de geceden çekilmiş resmi göstererip durumu anlatarak pasaportumun sırt çantamın içinde olduğunu söyledim.Gülümseyerek gerek olmadığını söyleyip gitmeme izin verdi.  Bolivya- Arjantin sınırından Salta ya otostop çekerek kamyonun arkasında gittim. Saltaya vardığımda üzerimin çamur olduğundan dolayı hiç bir hostel kabul etmemişti beni, ben de çözüm olarak olarak benzin istasyonunda araba yıkanan yere gidip görevliye 10 pezo vererek bana su tutmasını istemiş (bence bir kere sizde deneyin süper eğlenceli) daha sonra parkta uzanarak güneşin altında kuramaya terk etmiştim kendimi.

Bolivya' dan bahsediyorken La Paz da Dead Road denilen yerde dağların eteklerinden 5000 mt den aşağıya doğru bisikletle 20 km yol yapmak inanılmaz bir duygu. Çok tehlikeli bir yol olduğu için Dead Road deniliyor ve o yolda 10 kişilik grup içerisinde sadece ben ve Arjantin'li arkadaşım Jose düşmeyerek parkuru tamamladık. yaklaşık 8 saatlik bu parkurun sonunda havuza girmek kesinlikle muhteşem birşeydi.
En çok üzüldüğüm dönem Türkiye'de gezi eylemlerinin olduğu sırada orda arkadaşlarımın yanında olamadığım için çok üzülmüştüm.

Yolculugum boyunca beni  en cok etkileyen  yer ise Potosi  Madeni olmustu.

Sabah Potosi sehrine varir varmaz Potosi madeni için rehberli tur aldım. Madene gitmeden önce madende çalışanlar için koka yaprağı ve %85 alkol oranına sahip,ismini hatırlamadığım bir içkiyi almamızın madencileri mutlu edeceğini söyleyince rehber, bir bakkala gidip bunları aldıktan sonra 8 kişilik gurupla birlikte tulumlarımızı giyip  maden ocağına doğru yola çıktık. 
Madenin girişinin sol tarafında bir resim asılı. ''Sin mineros no hay Potosi'' yazıyor, yani “Madenciler olmadan Potosi olmaz” Madencilerin ya da kölelerin sırtında yükselmiş bir şehir Potosi. Hâlâ daha varlığını madencilere borçlu. Başka türlü 4.000 metrenin üzerinde hayatta kalmayı başaramazdı bu şehir. İşin gerçeği; bu şehri doğuran ve besleyen köleler ve madenciler bu madenlerden ölüm ve yoksulluk dışında başka bir şey de görmemişler. Şehrin en şatafatlı ve zengin olduğu 200 yıl boyunca 8 milyon yerlinin ve kölenin sadece bu zenginliği beslemek için can verdiğini söylüyorlar.

  Yaklaşık 4 saat süren maden turumuz, hem madencilerin ne şartlar altında çalıştığını idrak edecek hem de  Potosí tarihi hakkında bilgi sahibi olacaktim. 

En huzurlu ve kendimi dinleme fırsatı bulduğum dönem Natalianın evinde geçirdiğim 40 gün olmuştu. Bu arada İngilizce bilmemesi benim için çok yararlıydı. O ana kadar çok fazla ispanyolca konuşmama rahmen o andan sonra bayağı bir yol katettim. Ne diyim dil dile değmeden öğrenilmiyormuş. Ayrıca iyi bir aşçı olduğumu o zaman keşfetmiştim. Hergün değişik yemekler yapıp google dan yemek tarifleri öğreniyordum. Hostelde çalıştığım süre boyunca ayrıca bir işime yarayacaktı tabi.
En büyük aptallığım ise; Bolivya' ya vardığım ilk gün Titicaca Golü üzerinde bulunan İsla de Sol adasını ziyaret etmeye karar verdim. herşey gayet güzeldi nihayet Peru' dan ayrılmış yeni bir ülkenin sınırları içerisindeydim. Bulduğum ilk vapurla adaya geçtim kaptan 16;30 geri döneceğimizi herkesin o saatte limanda hazır olmasını söyledi. Ooo süper 4 saat adayı gezebilecektim. 16;20 de limanda olmama rahmen ne tekne vardı ne de insanlar. Yarım saat bekledikten sonra birine teknenin nerde olduğunu sordum... Ve bana 1 saat önce ayrıldı dedi ben de nasıl olur saat 16;30 da ayrılacaktı dedim. O da bana demez mi saat 17;30. Oysa Bolivya saat farkından dolayı 1 saat ilerdeymiş. Bunu hesap etmedik tabi. Ne yapabilirim peki diye sorduğumda bana yarım saat içinde Peru sınır kasabasına tekne olduğunu ordan Çobacabana(Bolivya sınır kasabası) ya geçebileceğimi söyledi aksi takdirde adada kalacaktım.Ulan dedim saat farkı,ülke değiştirmek zorunda bırakırmı insanı



.
En beğendim ülke;Arjantin'di nedeni ise ilk gittiğimde evime dönmüş gibi hissettim, yaşam tarzları bizi çok andırıyor,  beklentilerim üzerinde olan ülke;Ekvador'du. Bu küçük ülkenin görmeye değer bir çok yerin oldünügünü asla tahmin edemezdim. Beklentilerimin altında olan ülke ise Peru oldu ama gene çok güzel olduğunu söylemeden geçemeyeceğim belkide beklentilerim çok yüksekti Peru için. En ucuz ülke; Bolivya, en pahalısı Brezilya. Bolivyada 2 dolara gecelik hostel bulabiliyorken Brezilya'da ortalama 40 dolara konaklamaya bütçe ayırmalısınız. En uzun kaldığım Arjantin 4 ay ki daha sonra orda yaşamaya karar verecektim, en kısa kaldığım Şili oldu 3 gece.En güzel plaj; Ekvador'un Mompiche plajı. En güzel kasaba 'Cennetten bir Parça ' olarak adlandırılan Ekvador Quito da bulunan Banos du benim için. En beğendiğim şehir;Bueno Aires, en kötüsü Ekvador'un petrol rezerverlerinin en çok bulunduğu Aşmeralda'ydı. Ayrıca Latin Amerika'nın en güzel kızları bence kesinlikle Arjantinliler. En eğlenceli ülke;bütün Latin Amerika ülkeleri her şart ve koşulda eğlenmesini biliyor. Ama bu bakımdan Kübayı tek geçerim. Her evden bir müzik sesi geliyor. Latin Amerikan'ın 2. ve 3 ligi bizim süper ligden çok daha kaliteli gorunuyor. Sokakta oynayanları görünce Latin Amerika futbolu neden çok ilerde olduğunu anlıyorsunuz.Latin Amerika da en çok bilinen Türk takımı Galatasaray bir Fenerbahçeli olarak söylüyorum bunu. Şunu da belirtmeliyim ki Gezi eylemleri burdaki insanların fikirlerinin değişmesine büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Türkiye'yi klasik bir Arap ülkesi sanıyorlardı. Hatta bütün arap ülkelerinin insanları için Turco tabiri kullanılıyor.

Beni en çok etkileyen yerler; Eğer cennet varsa,bana göre tasviri; İstabulda Anadolu Hisarından Karadeniz ile Boğaziçinin birleştiği yer, Ekvador da Qulatova Volkanık Golü (Kapak resmimde gördüğünüz ) Arjantin'de İguazu Şelalesi, Bolivya' da Salar de Uyuni Tuz Gölü, Peru' da Mancora sahili ve Manchu Piccu manzarası, Şili de Pedro de Atacama çölü, Peru' ve Bolivya' da Titicaca golü üzerinde bulunan İzla de sol adasının birleşimi olurdu sanırım

Küba için söyleyebileceğim ise  tamamen farklı bir gezen olduğu. Sosyal yaşantı sizi 30 yıl önceki zamana götürüyor, Özellikle ispanyolca kursu için en ideal yerlerden biri bence hem üniveristede eğitim görüyorsunuz hem de ucuz olduğunu söyleyebilirim

Bu kadar yazmışken bir kaç tane nacizane önerim olacak hazırlayın arkadaş bavulunuzu en azından 6 ay düşün yollara.Açın bir parantez hayata. Hostelde farklı kültürden insanlarla birlikte kalmanın keyfine varın. Kaybolmanın şaşkınlığını yaşayın. Yalnız çıkın yola, yolculuk boyunca yalnız kalmayı özletecek birileri oluyor hep hayatınızda. Kimse her gün aynı şeyi giymenizi, horlamanızı,tırnaklarınız ojesiz olmasını önemsemiyor, kokmayın yeter. Gönüllü olarak konaklama ve yemek karşılığında rahatlıkla işte bulabilirsiniz. Hala mail alıyorum bir sürü yerden gönüllü olarak çalışmak isteyip istemediğimi soruyorlar. 18 yasında liseyi bitirdikten sonra benim yaptığımın çok daha güzelini yapanlarla tanıştığımda  arkadaşlarım neden yapmıyor diye iç geçiyorum. Korkmayın bir şey olmaz. Bana göre dünyanın en tehlikeli ülkelerinden birinde yaşıyorsunuz orda birşey olmuyorsa buralarda hiç birşey olmaz.Kimse tecavüz etmez size kimse soymaz sizi.
Herneyse yolculuğumun  özeti buydu detayları ülke ülke yazacağım zaten. Peki bu seyahat bitince.. ? Küba dayken hayatımın en büyük kararlarından birini verme vakti gelmişti. Sadece uçak biletine yetecek param haritada seçmem gereken ülke vardı. Dönüp kaldığım yerden devam etmek daha kolay olurdu fakat o zaman ne diye gittim ki sorusunu soracaktım hep kendime. Dusuncelerimden biri   Orta Amerikaya dogru seyahat edip haritanin ust kismini bitirmekti" fakat bunun için ne yeterli param ne de istek vardı. Uzun bir seyahatten  sonra yeni yerler görmek yeni insanlar tanımak pek mutlu etmiyordu eskisi gibi. "Yeni" ve "değişiklik" kavramı artık benim için rutin bir hal almıştı.Bu yüzden seyahat yerine artık kalıcı olarak yaşamak istediğim yer için çaba harcamam gerekiyordu.
Kafamda sadece iki  ülke vardı. Bir Arjantin diğeri ise Uruguay. Arjantin tam beklentilerimi karşılayan ülkeydi fakat turist olarak tanıdığım bu ülkenin gerçeklerinin, rasyonel etkisinden uzak olduğumu biliyordum. Yani turist olarak tanımakla içinde yaşamak farklı birşey. Bir çok turistin Türkiyeye aşık olmasının nedenlerinden biri de budur sanırım. Uruguay Ekonomik açıdan iyi olmasına rağmen çok fazla kalıcı ilişkiler sağlayamamıştım, bunun dışında Arjantin ile Uruguay i bir birinden ayıran çok farklılık yoktu.

Cebimde 50 Euro ve ucak biletim  ile Arjantin-Cordobaya  dönerek  daha önce gönüllü çalıştığım hostel de tekrar gönüllü olarak konaklama karşılığında   işe başladım, yemek masraflarımı karşılamak içinde sokakta yan flüt çalarak geçimimi sağladım.Daha sonra vatandaşlık sorunlarını hallettim. Simdi cok kazanmasam da hayatta kalmami saglayacak bir isim var.
Doğrusunu söylemek gerekirse bu süreç sıkıntılıydı fakat hayattayım ve mutluyum.Herşeye sil baştan başlamak buydu, yeni bir dil, yeni bir kültür, farklı iklimler, farklı insanlar, ve farklı bir ben. Şimdi kendime göre başarılıyım işte.Ve asil macera bundan sonra olacaklar sanirim....




Bolivya

Bolivya:
Bolivya ya da Çokuluslu Bolivya Devleti  (İspanyolca : Estado Plurinacional de Bolivia). Başkenti Sucre ve La Paz olup;, Cochabamba , Santa Cruse, Potosi diğer önemli şehirlerinden birkaçıdır.

Ülke İspanyol sömürgeciliği döneminde Yukarı Peru olarak adlandırılan bu bölgeye daha sonra Güney Amerika 'yi İspanyol boyunduruğundan kurtaran Simon Bolivar 'in anısına Bolivya (Bolivar'in ülkesi) ismi verilmiştir.

Bolivya, 1809 yılında  İspanyaya karşı bağımsızlığını ilan etmesine karşın, İspanyol askerlerin ülkeden kovulması çok daha sonra, ancak 1825 yılında gerçekleştirilebildi.

Bağımsızlık sonrası Bolivya'daki siyasal yaşam sık sık kesintiye uğramıştır. Ülke ulusal bağımsızlığını kazandığı 1825 yılından günümüze değin 180'e yakın darbe, ondan fazla değişik anayasa ve seksen civarında cumhurbaşkanı gördü. Cumhurbaşkanlarıdan bazıları yönetimi kan dökerek ele geçirdiler ve yine aynı şekilde kaybettiler.Altı cumhurbaşkanı görev başındayken öldürüldü.


Peru-Puno macerasını sonlandırdıktan sonra yeni güzergah olan  Peru-Bolivya sınırında bulunan Yuguano ya geçtim. Bir gece orda kaldıktan sonra Peru- Bolivya sınırına vardım. Sınır denilen birşey yok gibi görünüyordu,zaten bütün gece Google Earth¨dan sınırın kuşbakışı görüntüsünü incelemiştim.  İnsanlar yürüyerek sınırı geçiyor hatta alışveriş yapıp geri dönüyorlardı. Önce Peru sınır karakolana girip insanların ne yaptığını gözlemledikten sonra, Bolivya sınır karakolunda pasaport kontrol sırasına girdim. Sıraya girmemin nedeni pasaporttaki giriş çıkış damgasını kontrol edip etmediklerini anlamaktı. Evet hayal kırıklığı! Önceki çıkış damgasını sordukları yetmiyormuş gibi bir de Peru dan alınması gereken bir kağıdı da soruyorlardı. Bende fikrimi değiştirip Bolivyaya kaçak yoldan girdim. Copacabana ya gitmek için bir dolmuş bulup yollara düştüm.

Copacabana; Peru ve Bolivya arasında geçiş güzergahı olduğu için bir çok turiste ev sahipliği yapıyor. Ayrıca Tıkıkaka üzerinde bulunan adaları ziyaret etmek için en iyi noktalardan bir tanesi. İspanyollar gelmeden önce burasının Aymara ve Keçhua yerlileri için dini merkez konumundaydı fakat İspanyollar buraları geldikten sonra kendi mabetlerini dikmekten geri kalmadılar.Şehirde görülmesi gereken yerler; Şehrin kuzeyinde bulunan Monte del Calvario de Copacabana ya çıkıp bütün Tıkıkaka golünün muhteşem manzarasını izleyebilir güneşin batısına tanıklık edebilirsiniz. Şehrin güney kısmında bulunan zamanında Astornomi ve gözlem evi olarak kullanılan İnti  Watana (Güneşin bağlandığı yer deniliyor )Arkeolojik bir çok eser görmeniz mümkün.


Şehre gelir gelmez yukarda saydığım yerleri gördükten sonra adalara gitmeye karar verdim. Saat 14 vapuruyla İsla del Sol(Güneş Adası)  adasına gittim. İsla de Sol  kamp için ideal yerlerden biri, Ada tamamen yerli  halktan oluşuyor ve geçim kaynakları turizm ve hayvancılık.

Tekneden indikten sonra kaçta geri dönmemiz gerektiğini sorduğumda bana 16 da limanda olmam gerektiğini belirttikten sonra adayı keşfe çıktım.

İsla de Sol; Copacabana ya  15 km mesafede bulunuyor ve ulaşım sadece teknelerle sağlanıyor. Adanın girişinde yaşam çeşmesi denilen noktada yerli bir kişinin heykeli sizi karşılıyor.Pilko Kaina tapınağında  arkeolojik kalıntılarda bulunuyor .Adanın doğu tarafında  beyaz kumlu plajlar mevcut, zamanınız olursa bir gece geçirmekte fayda var.


Saat 16:00 da limanda olmama rağmen hiçbir tekne yoktu, orda bulunan görevliye teknelerin nerde olduğunu sorduğumda bana ayrıldıklarını söyledi, Nasıl olur dedim saat 16:00 da ayrılacaklarını söylediler. Saat 17:00 demez mi bana. Peru ile Bolivya arasında saat farkını hesap etmemiştim açıkçası. Başka bir limana geçerek bir balıkçı teknesiyle gecenin geç saatlerinde Copacabana ya döndüm.

Akşam yemeğini sıradan bir restorantta yerken teyipte Sezen Aksu nun kalbim ege de kaldı şarkısı çalmaya başlaması beni ayrıca şaşırttı. Bir gece Copacabana da kaldıktan sonra ertesi sabah La Paz a gitmek üzere otobüse binerek yollara düştüm.
Titicaca: Peru ve Bolivya arasında kalan goldur.  Biraz adanın üzerinde yer alan adalar hakkında birşeyler söylemem gerekirse; Titikaka Golü'nün karakteristik özelliklerinden biri Peru baslikli blogumda da belirtigim gibi yüzen adacıklardır. Bu adacıklarda yaşayanlara 'Uros' (çoğul kelime) adı verilir. Uros, yüzen adacıkları savaşçı İnkalardan korunmak maksadıyla, yöreye özgü Totora adlı bir bitkinin kargılarını çapraz olarak bir araya getirerek oluştururlar. Üzerinde basit kulübeler de inşa ettikleri bu adacıkları balık avında kullanırlar.

Uros, geleneksel yaşam şekilleriyle gurur duyar ve karaya yerleşmeyi reddeder. Turistlerin sallanan adalarını ziyaret etmesine izin verirler.

Peru'ya ait Taquile adasında bugün yaklaşık 1.600 Quechua yaşamaktadır. Bu 5,5 km uzunluğunda ve 1,6 km genişliğindeki adada yaşayan halk, yabancılardan saklandıkları için çok sonraları keşfedilmiştir. Örgü ören erkekleri nedeniyle adaya Örgü ören erkekler adası adı da verilir. Bu arada Taquuile adası ile ilgili bir kitapta ilginç bir şey okumuştum,

Chucuito Golü olarak adlandırılan bölgede bulunan adada, araba, kamyonla, motosiklet gibi motorlu araçlar ve bundan dolayı da suni hava kirliliği yoktur. Deniz seviyesinden 3.900 metre yüksektedir . Ancak burada hayat hiç kolay değildir. Oksijen azdır, zor nefes alınır. Atmosferin  tabakaları incedir, deríniz kavrulur. Ne var ki doğa, buradaki insanları farklı kılmıştır. Bu insanların göğüs kafesleri ve kalpleri daha büyüktür. Damarlarmda diğer insanlardan bir litre daha fazla kan ve kanlarında da daha fazla kırmızı alyuvar vardır, Hafif köyü renkli derilerinde ise daha fazla melanın oluşmuştur... Ve böylece güneşten az etkílenirler. Titicaca'daki araştırmalarından Fransız araştırmacı Kaptan Cousteau, bölgede doğmamış olan insanların bu şartlara uyum sağlayabilmeleri için en az 3 kuşak geçmesi gerektiğine karar vermîştir.Güneş battıktan sonra aniden soğuyan havada siz titrerken, kıpkırmızı yanaklı küçücük çocuklar incecik giysilerle güler oynarlar. Siz bir kaç adım atınca nefes nefese kalırken, onlar tepelere koşarak tırmanırlar.

Golün Bolivya tarafında kutsal adalar, Güneş Adası  (İsla del Sol) ve Ay Adası (İsla de la Luna) bulunur. Her ikisinde de küçük geleneksel  köyler ve çok sayıda eski harabe mevcut.
Copacana yolculugunu tamaladikladiktan sonra baskent Lapaz a dogru yola ciktim.

La Paz: Yolcuğum kaç saat sürdü hatırlamıyorum fakat yer olmadığından dolayı beni muavin koltuğuna oturturdular, Daha başka ne isterim ki  hem şoförle sohbet ediyor hemde Bolivyanın muhteşem manzarasın eşliğinde seyre dalıyordum. Akşam saatlerinde La paz terminaline ulaştım. Her zamanki kalacak ucuz bir yer bulmak için kutsal kitabımda önerilen bir kaç yere baktıktan sonra hostel fiyatına ucuz bir otel bulabildim. Hem tek kişilik hemde tv vardı. Uzun zaman olmuştu yalnız kalmayalı bunu ilk orda fark ettim.

Kent, 1548  yılında, Alonso de Mendoza'nun önderliğindeki İspanyollarca , Chuguiago adlı yerli yerleşim yerinde Nuestra Señora de La Paz ("Barışın kutsanmış Meryem Anası") adıyla kurulmuş. Adındaki "barış" sözcüğü, önceki bir ayaklanmadan sonra barışın sağlanmış olmasındandır. 1825de İspanya 'dan bağımsızlık için savaşan cumhuriyetçilerin, Ayacucho  'da İspanyol ordusunu yenmesinden sonra, kentin adı La Paz de Ayacucho ("Ayacucho Barışı") olarak değiştirilmiştir.

1898'de bakanlar kurulunun kente taşınmasıyla, kent ülkenin gerçek başkenti konumuna geçmiş. Ayrıca dünyanın en yüksek başkenti unvanını taşıyor. İlginç bir havası var bir anda güneş açarken bir anda yağmur yağabiliyor. Bir hafta kaldığım bu şehirde yaptığım en güzel şey; bisikletle Dead Road  da pedal çevirmek oldu.Arkadaşım Arjantinli Jose ile birlikte  anlaştığımız acentayla araçla dağın zirvesine çıkıp bisikletlerimizi hazırladık. 9 kişilik grup ile birlikte sabah 10 da dağların eteklerinde sisin içerisinde pedal çevirmeye başladık. Fakat bisikletlerde şöyle bir sorun vardı vitesleri çalışmıyordu dolayısıyla belirli bir hızın üstüne çıkamıyorsunuz. Neyseki küçük bir oynamayla o sorunu çözdüm. Ölüm Yolu denmesinin sebebi ise uçurumun kenarında yolculuk etmek zorunda kalınmasıydı.Yaklasik 8 km olan bu parkur daglarin eteklerinde bulunuyor. Doğanın içerisinde pedal çevirmek muhteşem bir duyguydu. Yolculuğun sonunda yorgun düşmüş bedenininizi ödüllendirecek güzel bir aksam yemeği ve havuz sizi bekliyor.


Pazar günü La Paz da yapılacak en güzel etkinlik şehrin tam tepe noktasında bir Pazar kuruluyor. Aradığınız herşeyi bulmak mümkün, hediyelik eşyadan araba yedek parçasına kadar herşey. Ayrıca şehri tepeden görme fırsatı da sunuyor size. Sürekli yağmur yağdığı için gökkuşağını fotoğraflamak yüksek bir olasılık. Çok tuhaf barları var hatta gittiğim bir undergrourd rock barda kokain ve Marihuana  ikram ediliyor. İçerisinde yerli halktan turiste kadar her çeşit insane mevcut. Bir anda nereye ben geldim diyerek saskin bir ifadeyle insanlari gozlemledikten sonra onlara uyuyorsunuz. Zaten birileriyle tanisip birlikte icki icmek barin sosyal etkisinden kaynaklaniyor.

La Paz da gidilmesi gereken yerlerden biri Twanakü Arkeolojik alanı, hatta ilk Elien vigürünün bulunduğu yer olarak da Hollowood da konu edinilmiş.  Gerçekten bulunduğum arkeolojik alanların çoğunda insan vigürü olarak yapılmış heykellerin çoğunun abuk sabuk olması dikkatimi çekmişti. Bazı teorilere göre uzaylılardan esinlenerek yapılmış oysaki antropolijik bilgilerin ışığında edindiğim bazı bilgilerse şöyle; Pre-inka ya da diğer bir çok kavmın inanışlarından biri de, doğan sağlıklı bir bebeğin uğursuzluk getirildiğine olan inançlarından dolayı aile içi ya da akraba evliliğin yaygın olduğunu söylemek doğru olur. Bundan dolayıdır ki insan motivlerinin çoğunun bu şekilde tasarlanmış olması kesinlikle tesadüf değildir. Hatta bebek sağlıklı doğsa dahi vücudunda belirli yerlerine zarar verilip ömür boyu kötürüm kalması sağlanıyordu. , Fakat bu söylediğim  unsur Twanaku için geçerli mi bilemem

Twanaku. Aymara yerlileri için hala ibadet merkezi olarak kullanılıyor. Hatta  Aymara yerlisi olan Bolivya devlet başkanı Evo Moralez her yeni yılda  törenlere katılıp  ibadetini gerçekleştiriyor. Biraz Evo Moralez hakkında birşeyler söylemem gerekirse;

Juan Evo Morales Ayma, (d. 26 Ekim 1959, Orinoca, Oruro) Movimiento al Socialısmo (Sosyalizme Doğru Hareket) Genel Başkanı ve Koka çiftçi hareketinin Aymara asıllı lideridir. 22 Ocak 2006'dan beri Bolivya Devlet Başkanıdır.


Evo Morales, %53 gibi bir oyla, beklenenin çok üstünde bir oranla, 18 Aralık 2005 'de başkanlık seçimlerini ilk turda kazandı. Bu şekilde Bolivya tarihinin ilk kizilderili kökenli başkanı olan Morales, 1982 yılında sona eren militar hükümetten bu yana, ülkenin en belirgin seçim zaferini elde eden lider oldu. Böylece, Morales'in seçimlerin ilk turunda önde olacağı fakat salt çoğunluğu sağlayamayarak ikinci turu kaybedeceği yönünde rapor hazırlayan ABD'liler çok büyük bir hata yapmış ve Bolivya'nın ellerinden kayıp gitmesine yol açacak bir sürece davetiye çıkarmış oldu.


Uluslararası politikada Anti-Amerikan bir çizgi izleyen Morales; kendinden önceki hükümetin ABD ile imzaladığı Serbest Ticaret Anlaşması'nı iptal etmiş ve bunun yerine Hugo Chavez'in fikir babası olduğu "ALBA"ya (Latin Amerika için Bolivarcı Alternatif) katılmıştır.


Başkanlık görevini devralmasının ilk ayında Küba'nın başkenti Havana'ya giderek Fidel Castro ve Hugo Chavez ile uzun toplantılar yapmaktan çekinmemiş ve bu toplantıların hemen ardından da ünlü 1 Mayıs çıkışını yapmıştır. Morales 1 Mayıs 2006 tarihinde, ülkedeki yabancı şirketlerin kontrolü altındaki, doğal gaz ve petrol alanlarını devletleştirdiğini açıklamıştır. Sırada orman, maden ve diğer doğal kaynakların devletleştirilmesinin olduğunu belirtmiştir.

Twanaku turunu tamamladıktan sonra La paz dönüp bir kaç gün sadece şehri boş boş dolaşarak geçirdikten sonra Potosi ye gitmek üzere otobüs biletimi aldım.

Patosi: Potosi ye sadece bu madeni görmek için gittim, bunun dışında şehirde pek yapılacak birşey yok, sadece çok sayıda kilise mevcut çoğu latin amerika ülkesinde olduğu gibi. Oysa ki taşlı toprağın duaya  değil kazmaya ihtiyacı vardır.

Sabah otobüsten iner inmez bir acentaya gidip madene nasıl gidebileceğimi öğrendikten sonra kalacak yer bulmak için yollara düştüm. Sonunda ucuz temiz bir hostel buldum, İnternete girip maillerimi kontrol ederken Peru Mancora da tanıştığım ve Lapaz Dead Road da birlikte pedal cevirdigim  Arjantili Jose nin de Potosi de olduğunu öğrendim. Onla buluşup birlikte tekrar acentaya gidip Potosi madeni için rehberli tur aldık. Madene gitmeden önce madende çalışanlar için koka yaprağı ve %85 alkol oranına sahip,ismini hatırlamadığım bir içkiyi almamızın madencileri mutlu edeceğini söyleyince bir markete  gidip bunları aldıktan sonra 8 kişilik gurupla birlikte tulumlarımızı giyip  maden ocağına doğru yola çıktık. Yaklaşık 4 saat süren maden turumuz, hem madencilerin ne şartlar altında çalıştığını idrak edecek hem de  Potosí tarihi hakkında bilgi alacaktık. Madenin girişinin sol tarafında bir resim asılı. ''Sin mineros no hay Potosi'' yazıyor, yani “Madenciler olmadan Potosi olmaz”. Ne kadar doğru aslında! Madencilerin ya da kölelerin sırtında yükselmiş bir şehir Potosi. Hâlâ daha varlığını madencilere borçlu. Başka türlü 4.000 metrenin üzerinde hayatta kalmayı başaramazdı bu şehir. İşin gerçeği; bu şehri doğuran ve besleyen köleler ve madenciler bu madenlerden ölüm ve yoksulluk dışında başka bir şey de görmemişler. Şehrin en satafatlı ve zengin olduğu 200 yıl boyunca 8 milyon yerlinin ve kölenin sadece bu zenginliği beslemek için can verdiğini söylüyorlar.Her şey Diego Hualpa adında bir lama çobanın lamasını kaybetmesiyle başladı. Gece oldugunda lamasini bulamayan Diego, isinmak icin gecenin karanliginda ates yakti, Ates isik sactikca dagin gumusten parladigini gordu ve gitti heryere bunu anlatarak, Ispanyollarin bunu fark etmesine neden oldu.  Dünyan'ın kaderini değışıtireceğinden kendisinin bile haberi yoktu.Dünya tarihi de kendisinden bahsetmez pek, sadece Potosi yi görenler bilir ismini. Bugünün Avrupa'in zengiliği Potosi sayesindedir.
Madene girdiğimizde, yürüdükçe iklim değişiyordu sanki, bir anda sıcaktan terlerken 5 dakkika sonra üşüdüğünüzü hissediyorsunuz. İçerisi öyle tuhaf ki  sanki bir anda dağ üstünüze çökecekmiş gibi basık bir atmosfere maruz kalıyorsunuz. Nefes almak dahi zorlasiyor bazen boğulacak gibi hissediyorsunuz. Ve en kötüsüde karanlık. Gece karanlığında gözünüzü kapatmaya  benzemiyor bu, baretinizde ışığı kapattığınızda en ufak bir hayat belirtisi görmüyorsunuz. Kabustan uyanır gibi baretinizin ışığını açıyorsunuz. Uyumadan kabus görmek bu olsa gerek. Bazı yerlerde geçiş o kadar zor ki sürünmek zorunda kalıyorsunuz. Ve bu şartlar altında yaşam mücadelesi veren insanları görünce, ayrıca genel itibariyle gümüş madenini süs ya da takı  eşyası olarak kullanıldığını düşündükçe sistemin gelmişine geçmişine sövmemek elde değil.  .Gerçekten calişma şartları çok ağır ve ücret denen birşey yok gibi, sadece bulunan gümüş ve  bakır gibi madenleri değerine göre koparatıflere  satabiliyorsunuz. Evo Morelez in iktidara  geçmeden önce kadınların da çalıştığını, şu anda toplamda çalışan 8500 madencinin  bulunduğunu ve isletmenin devletlestirilmesi icin adimlar atindigi söylendi . Tanıştığım madencilere yaşını sorduğumda göründüklerinden en az 10-15 yaş yaşlı gösteriyorlar ve koka yaprağı çiğnedikleri için açlık dürtüsü hissetmediklerinden hepsi çok zayıf, koka  yaprağındaki asitten dolayı da dişleri sanki yosun tutmuş kaya kadar yeşil veya sararmış görünüyordu.Koka yapragi cignendiginde, insana enerji verip aclik hissi duyulmamasini sagliyor, ayrica bir cok hastaliga iyi geldigi biliniyor. Bunlarin, basinda yuksek izdiva hastaligi olan Akut icin birebir. Cayini icmek bile sizi butun gun dinc tutuyor ve tamamen dogal. Kotu tarafi ise kokainin icin kullanilmasi. Evo Morelez in baskanlina kadar Bolivyda yetistirimesi yasak olan bir bitkiydi. Iktidara gelmesi ile birlikte batinin kokayi kotu emelleri icin kullanmasi onu kotu yapmaz batiyi kotu yapar diyerek koka yetistiriciline izin verdi. Madende tuketilen diger birsey ise  yüksek dereceli alkol; soğuk yerlerde ısınmak için içiyorlar ve gerçekten etklili. 5 kapak içtim resmen sauna girmiş gibi ter attım. Bir kapak daha içseydim kesin kafayı  bulurdum zaten ufaktan çakır keyfi olmuştum. Tanıştığım madencilerden biri öğrenciydi, üniversitede makina mühendişiliği okuyordu geçimini sağlamak içinde madende çalışıyor bu genç insan. İlerde makinalaşmaya gidileceği ve bu yüzden çok para kazanacağına inadığı için  mühendislik okuduğunu söyledi. Sonra bana yarın sabah madenin gezilmeyen taraflarını görmek isteyip istemediğimi sordu , Bende yok işinden etmiyim seni dedim. Sonra yök dedim yarın şenle birlikte çalışıp yardım etmek istediğimi söyledim o da seve seve kabul etti. Ertesi sabah meydanda buluşup madene gitmek için sözleştik.

Arkadaş 6 saat o madenin içinde çalışmanın ağırlığını anlatamam kesinlikle.Ve koka yaprağının enerji veren etkisi sizi hayatta tutuyor aksi takdirde vücudun dayanması çok zor.  Bugün her maden ve madenci gördüğümde yada Grup yorumun Madencinden şarkısını dinlediğimde o ana gidiyorum direk.




 Eduardo Galeano, “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” kitabında Potosi şehrinin kaderinden şöyle bahseder:

Potosi'nin tarihi İspanyollarla başlamamıştı. Fetihten çok önce, İnka İmparatoru Huayna Çapaç, bazı üçbeylerinin 'güzel tepe' Sumaj Orçko'yu ballandıra ballandıra anlattıklarını duymuştu. Hastalanıp da Tarapaya Ilıcaları’na gittiğinde görmüştü nihayet tepeyi. Cantumarca Köyü’ndeki saz kulübesinin eşiğinden, sıradağın yüksek dorukları arasında yükselen o kusursuz köni karşısında şaşkınlıktan küçük dilini yutmuşcasına uzun bir süre susup kalmıştı. Tepenin sonsuza uzanan kızılımsı rengi, dev boyutlara ulaşan ince uzun biçimi bundan böyle hep bir hayranlık ve şaşkınlık vesilesi olacaktı. Ancak imparator tepenin derinliklerinde değerli taş ve madenler olduğunu sezinlemişti ve Cuzco'daki Güneş Tapınağı’na yeni sus ve hazineler eklemeyi koymuştu aklına. İnkaların o güne değin Çolque Porco ve Andacaba madenlerinden çıkardıkları altın ve gümüş, imparatorluğun sınırları içinde kalıyordu; bu madenler ticaret için kullanılmıyor, sadece tapınakları süslemeye yarıyordu. Madenlerin işletilmesine karar verilmişti böylece. Ancak maden işçileri güzel tepenin damarlarına ilk küreklerini sallamışlardı ki, dipten gelen boğuk bir sesle dehşete gark olup yere devrildiler. Bir gök gürültüsü halinde yükselen ses, Quechua dilinde şöyle diyordu: '’Sizler için değil bu servetler, Tanrı bunları çok uzaklardan gelecek olanlara ayırdı’. Yerliler korku içinde kaçtılar maden ocaklarından. Ve imparator da terk etti tepeyi; ona, ‘gürüldeyip patlayan’ anlamındaki ‘Potosi’ adını verdikten sonra. ‘Çok uzaklardan gelecek olanlar’ ufukta belirmekte gecikmeyecekti.


Potosi macerasını tamamladıktan sonra bir sonraki durak olan; Latin Amerikanın en güzel yerlerinden biri, hatta ilk ay a ayak basan Neil Amstrong un aydan görüp, dünyaya döndüğünde ilk ziyaret etmek istediği yer olarak kayıtlara geçecekti. Arjantinli Jose  ile birlikte Uyuni için otobüs biletimizi aldıktan sonra akşam saat 16:00 gibi hareket ettik. Fakat şöyle bir sorun Jose yediklerinden dolayı motoru bozdu bu yüzden yolculuk boyunca kıvranıp durdu. Otobüste tuvelette yok bir kaç kez otobüsü durdurup ihtiyacını yolda gidermek zorunda kaldı. Bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri sanırım. Gece 12:00 gibi Uyuni ye vardık. Fakat o saatte kalacak yer bulmanın zor olduğundan dolayı otobüs şoförü sabaha kadar otobüste uyumamıza izin verdi. Ne güzel bir gece hostel parası vermekten kurtulmuştum. Rahat olmasada en arka koltuğa elbiselerimden rahat bir yatak yapıp uzandım. Olan o gece garibim Jose ye oldu, sabaha kadar uyuyamadığını söyledi midesinden dolayı.

Uyuni küçük bir kasaba tek gelir kaynakları tuz ve tuz gölünden kaynaklı turizm gelirleri o yüzden adım başı hostel ve  seyahat acentası bulunuyor.  Tuz gölüne gitmenin tek yolu tür satın almak günü birlik tur ve 3 günlük tur olmak üzere iki seçenek sunuyorlar. Siz siz olun 3 günlük tur alın. Sadece Uyuni Tuz gölünü görmekle kalmıyor aynı zamanda bütün Güney Bolivya nın muhteşem golleri ve doğal harikalarını ziyaret ediyorsunuz. 3 Günlük tur herşey dahil size maliyeti 60 dolar gibi birşey.  5 Tane Şilili hatun ve ben olmak üzere 4*4 Toyota Land Cruiser ile yollara düştük. Önce gökyüzünün yeryüzüne indiği yer olan Salar de Uyuni"yi ziyaret ettik.. Gökyüzü gerçekten yeryüzüne birleştiği nadir yerlerden biri ufuk çizgisinin kaybolduğundan dolayı fotoğraf çekerken 3 boyut kavramını yitirdiği için deklanşöre bastığınızda küçük bir kitap bile sizin boyutunuzda görünebiliyor fotoğraflarda. Akşam saat 15:00 gibi salar de uyun i tamamladıktan sonra şoförün evinde kaldık. Evi şehir hayatında uzak çöl gibi bir yerde bulunuyordu. Gece yıldızlar o kadar yakın ki elinizle dokunabilecekmiş gibi hissediyorsun. Baştan ne diye böyle bir yerde ev aldığını yadığamıştım fakat gece o görüntüyü görünce ne kadar haklı olduğunu anladım. Toplam 3 günlük turda Salar da Uyuni, Laguna Colorada, Laguna Verde, Ceiser Sol de Manana, Arbol de Pidra, Volcano Licançabur, Quetana Chico, Quetana Grande ve Kızıl gol olarak adlandırılan filamıngolarla dola Laguna Roca yı ziyaret ettik.

Bolivya turunun sonuna gelmiştim bir sonra ki durak Siliydi. Uyuni den Şili- Bolivya  sınır kasabasına geçip artık ok yaydan çıktı pasaport için karakola girmeden bulduğum ilk otobüsle Pedro de Atakama yollarına düştüm.

Peru







PERU






Ekvador macerasını bitirdikten sonra Peru ya geçmeye karar verdim. Fakat şöyle bir sorun vardı vizem yoktu. Türkiyede iken vizeyi Ekvador´dan alabileceğimi söylemişlerdi dolayısıyla bende Türkiye yerine Ekvador da vize almayi tercih etmistim.  Ekvador da Peru konsolosluğuna gittiğimde bana sadece Türkiye´den  başvurabileceğimi söylediler. Türkiyedeki Peru konsolosluğuyla yazımalarımızın sonucunda bana hazırlamam gereken evrakları ve pasaportumu Türkiye´ye   göndermemi, onaylandığı taktirde pasaportumu vize ile birlikte gönderebileceklerini söylediler. İyi güzelde Ekvador da hangi evrakları tamamlım ayrıca pasaportumu bekleyecek zamanım yoktu. Ben de kim sınır çizebilir insanların yaşam ve seyahat yerlerine diyerek sınırı vizesis geçmeye karar verdim. 
Tarih 29 ocak 2013 u gösterirken  Ekvador un sınır kasabası olan Hauquillas´a vardım, amacım orda bir gece kalıp sınırı nasıl geçebileceğim konusunda fizibilite çalışması yapmaktı.  Fakat kendimi İspanyol arkadaşım Patxi ile sınır karakolunda buldum. O içeri girip kendisi için vize başvurusu yaptı bende orda bulunan bir taksiye binip Thumbes e doğru yola koyuldum. Plan; ben Thumbes e geçip onu, belirlediğimiz hostelde beklemekti. Bindiğim taksi bana evraklarımın tamam olup olmadığını sordu bende hepsi tamam çantamda dedim. Tam sınır geçerken polis taksiyi durdurup  pasaportumu istedi ben de bagaj da çantamda dedim.İşte o an, o ana kadar kalbimin bu kadar hızlı cartptığını bir an hatılamıyorum.  Nereli olduğumu sorup daha sonra gitmemize izin verdi. Kısaca şanslıyıdım, Ve bayağı bir heycanlandım . Yakalansaydım ne olacaktı? Bu sorunun cevabını 1 ay sonra öğrencektim.
Nihayet Peru sınırına girmiş Patxi ile buluşma noktasına varmıştım. Yaklaşık 1 saat sonra Patxi ile hostelde buluşup eski arkadaşını uzun süreden görmüş iki dost gibi kucaklaştıp zafer kazanmış komutan edasıyla gülüyorduk.
Thumbes: Küçük ve  fakir bir sınır kasabası, ora hakkinda söylenebilecek tek şey fakir olmasına rağmen bankaların çokluğu beni şaşırtmıştı.
Ertesi gün 8 kişilik dolmuşlara binip  yaklaşık 10 gün kalacağımız ve Patxi ile yollarımızın ayrılacağı muhteşem sahil kasabası olan Mancora ya doğru hareket ettik.
Sorf icin en ideal yerlerden biridir Mancora



                              
  Gun batimi mancora 


           
Tanisitigim muhtesem insanlar
Tarih 21 ocak 2013 u gösterirken sıcak ve güneşli bir günde Mancora ya vardık. Her zamanki gibi bir backpackerin ilk hedefi olan kalacak ucuz yer bulmak için sokakları dolaşmaya başladık. Sonunda okyanusun kenarında geceliği 6 dolar bir hostel bulduk. Kaldığımız oda derme çatma bir oda olmasına rağmen ortam çok iyidi.

Mancora ;

 Talara eyaletinde bulunan  8852 nüfuslu (1999) kuzeybatı Peru
Piura Bölgesi'nde bir kasaba ve plaj beldesidir. Sörf için en ideal yerlerden biridir aynı zamanda.  Yazlar çok sıcak (Aralık-Nisan) ortalama 38 derecenin üzerinde  ve geceler olağan yağmurludur.Toplamda 30 farklı plaj bulunur, Küçük bir kasabası olmasına rağmen turizm gelirleri yüksektiryıllık 400 000 bin civarı turist akın etmektedir. Gece hayatı son derece aktifti
Mancora ilgili söyleyebileceğim birkaç şey daha, Marihuana yı ilk kez burda deneme şansı bulmuştum, Arkadaş yok böyle etkli, 6 saat kendime gelmedim, gözlerimi kapattığımda karanlığı görmem gerekirkern gök kuşağının bütün renkleri gözümün önünde gitmiyor, kendime gelmek için okyanusa girdiğimde ise sörf yapan birini yüzebilen su aygırı sandım. Dalgalar bile thusunami boyutunda devasal  gelmeye başladı. Bir an boğulacagim diye deli gibi kulaç attığımı hatırlıyorum. Siz siz olun denemeyin :) Deneyin ya da lan ne olacak,
Gece hayatı gayet güzel, zaten kaldığım hostelde bile müzik gece saat 12 den sonra başlıyor sabah 8 kadar devam ediyor gece uyuduğumu hiç hatırlamıyorum. Gece dışarı çıkmışken birileriyle tanışıp flört etmesek olmaz tabi, fakat gece birşeyler paylaştığın birini ertesi görüp hiçbirşey olmamış gibi davranmaları garibime gitti açıkçası. Aynisini biz Turkiye de yapsak olacaklari tahmin edemiyorum.

Kaldığım süre boyunca çok güzel arkadaşlıklar edinmiş süper vakit geçirmiştim . 10 günlük keyifli bir süreçten sonra gene ayrılık günü gelip çatmıştı


Mancora da gun batimi


Mancora  gun dogumu


Tarih  27 Ocak 2013 u gösterirken ömrümün en uzun ve en kötü yolculuklarından birini yaptım. Yaklaşık 22 saat süren bu otobüs yolculuğu yanıma su almadığım için ilk mola yerine kadar susuz geçirmek zorunda kaldım. Otubüste nasıl su olmaz arkadaş... ayrıca oturduğum yerdeki cam,gecenin bir yarısı  yerinden kopup  gitti. Hay şansımı sikim dedim. Cam düşünce kırılmıştı ilk mola yerine kadar donarak gittim, mola yerinde ise cami bantlayarak çözüm buldular fakat o soğuk varya o soğuk... en sonunda yerimi değiştirip en arkada, koridorda  yatarak gitmeye karar verdim, sabah Limaya vardımgimda halimi siz düşünün artık.
Lima için söyliyebileceğim başlıca şey zenginle fakirliği bira arada göreceğiniz trafiği de insani da acayip bir şehir. Milaflores denilen bölge Lima nın zenginlerine hitap eden otelden bozma binalardan oluşmuş, aynı bizim zenginleşmeye başlayan inşaatçı burujuva  gibi 40-50 katlı çirkin gökdelenlerde yaşanılan bölge, hele  uçurumun kenarına bir spor merkezi yapmışlar zenginler kulübü gidip tenis oynuyor. Tarihi bölgesi koloni mimarisiyle,eskiden kalma kiliseler, belediye binası ve müzelerden oluşuyor. Yemekleri fena değil, meşhur sandıvich dükkanları, Cevicheleri meşhur, deniz ürünlerini seviyorsanız tam size göre.



 
   



                                                                                               

                             

Cusco


Perunun güneyinde bulunan, 3.650 metre yüksekliğiyle " dünyanın en yüksekte kurulmuş başkenti" unvanını elinde tutan antik şehir. ispanyolların fethinden önce inca imparatorluğunun da başkentiydi. güney amerikanın " arkeolojik merkezi " olarak da gösterilir Şahin başlı puma şeklinde dizayn edilmiş olup eski görkemli günlerinden çok uzaktadır. Çoğu latin amerika ülkelerinde olduğu gibi burda da adım başı bir kiliseye rastlamak mümkün. Sanırım İspanyollar İnkaların elinde topraklarını alıp kiliseden başka birşey bırakmamışlar. Ayrıca kiliselerin altın ve gümüşle bezenmiş satavatlı yapısının yanında gidenlerin çok fakir olması ayrı bir ironi benim için. Tarih 1532 yi gösterirken 168 kişilik ordusuyla buraya gelen, okuma yazma dahi bilmeyen  Francisco Pisaro koskaca 80 bin kişilik İnka Ordusunu ateşli silahlarla ve bulası hastalıklarla bertaraf etmişti. Henüz tekerleği bile kullanmayan İnkalar, İspanyolar için gökten gelmiş, atlarını altın ve gümüşle süslemiş, yabancılarla karşılaştıklarındaki şaşkınlıkları koskoca imparatorluğun sonu olacağından habersizdiler. Böyle bir şehirde hem sokakları dolaşıyor hemde yerli halkın durumun   görünce kendimi üzülmekten alıkoyamıyordum. Sırtlarında taşıdıkları bebekleri ve ve rengyarenk kıyafetler içinde yüzlerinde yoksuluğu ve acıların izlerini görüyordum.  4 gün Cusco da kaldıktan sonra hayallerimi süsleyen Machu Pichu ya doğru yol aldim.

 Machu Pichu

Tarih 4 Şubat 2013 u gösterirken  sabah saat 7:00 hareketle  Machu Pichu ya gitmek için bir acentaya gidip sadece otobüs kullanmak istediğimi herhangi bir tura dahil olmadan gitmek istediğimi belirtip. Saat 7:30 hareket için biletimi aldım. 16 kişilik minibuste benim dışında herkes rehberli tur almıştı, Ben ise kendi başıma gidip zaman sınırlaması olmadan dilediğim gibi tadını çıkaracaktım. Yolun 4/3 kısmında dolmuştan inip yürüyerek gitmeye karar verdim. Yol boyunca kaçırdığım o kadar muhteşem yerler vardı ki, daha fazlasını kaçırmayı göze almazdım. Yaklaşık 4 saat yürüyerek Hydroelectric tren istanyona vardım, ordan trenle Agua Caliantes geçip  öncelikli olarak  Machu Pcıhu ve Wayna Pichu için 152 sol karşılığında  giriş bileti aldım. Agua Caliantes(sıcak su demek) dağların arasında kurulmuş küçük sevimli bir kasaba, sanırım tek gelir kaynakları turizm, o kadar çok hostel ve otel varki sanki herkes evinin bir bölümünü hostele çevirmiş gibiydi. Machu Pichu ya çıkmak için yaklaşık 1 saat yürümek zorundasınız yürümek istemiyorum derseniz her yarım saatte bir  otobüs bulmanız munkun. Ayrıca Wayna Pichu( Klasik Machu Pichu kartpostallardaki arkadaki dağ)  giriş için  saat 10:00 ve 12:00 olmak üzere 200 er kişilik grupların girişine  izin veriliyor dolayısiyla Wayna Pichu için önceden bilet almakta fayda  var.

Zikzak seklindindeki yolu 
tirmanarak  Machu Pichu a ulasiyorsunuz
Sabah 5:00 uyanıp güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra daha gün ağırmadığı için telefonumun el feneri yardımıyla Maçhu Pichu ya doğru tırmanmanya başladım Tırmanmak diyorum çünkü bayağı bir yokuş çıkmak zorundasınız. 2 Saatlik bir tırmanmadan sonra ilk önce Maçhu Pichunun içinden geçerek Wayna Pichuya ulaştım.
Wayna Pichu, tanıştıdığım bir inca yerlisinin anlattığına göre, buranın ibadet merkezi ve bir çok ritüellerin gerçekleştirldiği hatta genç kızların tanrıya kurban edildiği yer olduğu düşünülüyor. dağın zirvesine varmak yaklaşık bir saat sürüyor, vardığınızda ise sizi muhteşem bir manzara bekliyor.


Wayna Pichu Manzarasi 
Kalabalık değilse eğer zirveye varıp inmek yaklaşık 2 saat sürüyor , çünkü merdivenleri tek sıra halinde çıkmak zorundasınız.Wayna Pichu yu pitirdikten sonra yemek molasi vermek Machu Pichu nun girisinde bulunan restorant a gectim. Offf o da ne fiyatlar cok pahali keske gelirken sandivich gibi birseyler yaptirsaydim diye gecirdim icimden. Arkadas karnimi doyurduktan hem yukseklik hemde yorgunluk bas gosterince cimlere uzanip bir yarim saat kestirim dedim. 2 Saat uyumusum oren yerinde. Zaten yagmur yagmasaydi muhtemelen aksama kadar kestirirdim. Uyandiktan sonra gorulmesi gereken diger yerleri gordukten sonra aksam 6 gibi Agua Calientes e gitmek icin 6 dolar karsiliginda otobuse bindim. Siz siz olun giderken otobuse binin inerken degil. Enerjiden tasarruf etmenin onemini o anda kesfettim.
Agua Calientes de bir gece gecirdikten sonra onumde iki secenek vardi; ya Nazca Colune gecip uzaylilarin yaptigi figurleri ucakta gorecektim ya da Puno da geleneksel kultur festivaline katilacaktim, cunku ikisi de zit istikametteydi, Nazca yi google earth den de gorurum diyerek Puno ya gecmeye karar verdim. Ayrica vizesis dolasiyoruz bir an once Peru dan ayrilmam gerektigini dusunuyordum.


Machu Pichu hakkinda bilgi

 




Inka medeniyeti, lider Manco Copac’ın hükümranlığını Cuzko adı verilen şehrin yakınında kurmasıyla başlar. Oluşturulan bu gücede Cuzko krallığı ismi verilir. Krallık zaman geçtikçe diğer kabile ve toplulukları kendi bünyesine katarak genişlemeye başlar ve zaman geçtikçe halk ile 
yönetim gücünün imkanları,       kabiliyetleri genişler. Daha sonra Manco Copac’ın soyundan gelenler bu medeniyeti devam ettirerek Kolomb’un kıtaya gelişine kadar yönetirler.
Machu Picchu’da günümüze kadar varlığını devam ettirmiş olan antik bir İnka şehridir. 7 temmuz 2007 yılında Dünyanın Yeni Yedi Harikasından biri olarak seçilmiştir. Bulunduğu mevki tam olarak anlatılmak istenirse; And dağlarına bağlı olan Urubamba vadisinin üzerinde ve 2.360 m yüksekliktedir. Peru’da bulunan Cusco şehrine 88 km uzaklıktadır.
Antik şehir lider soyundan gelen ve yaşadığı dönemde hükümdar olan Pachacutec Yupanqui tarafından 1450 ‘li yıllarda inşa ettirilmeye başlanmıştır. Şehir dağın zirvesinde olduğu için ulaşmak oldukça zordur ancak görülmeye değer bir şaheserdir. Machu Picchu’nun kendine bağlı 200’den fazla basamak  sistemi mevcuttur. Bu da şehrin nedenli muazzam bir yapı olduğunu göstermeye yeter çünkü şu anda ayakta kalan hala 3000 basamak bulunmaktadır.
Aslında şehrin tam adı ve hangi amaçla yapıldığı ne yazık ki tam olarak bilinmemektedir. Machu Picchu ismi de bu kente yakın olan bir dağın zirvesinin adıdır ancak şehrin buraya yakın olması ismin antik yapıyla anılmasına sebep olmuştur. Yapının toprak zemin ve kalıntıları incelendiğinde 100’den fazla insan iskeleti bulunmuştur. Ayrıca bu rakam’ın yarısı kadar da mezara denk gelinmiştir. Mezarlarda bulunan iskeletlerin bir kısmı kadınlara bir kısmı da erkeklere aittir. Anlaşılan ilginç bir durumda bu sayının neredeyse yarı yarıya olmasıdır. Şehirde yaşayan insanların burada hangi amaçla yada neden bulundukları bilinmemektedir. Ortaya atılan bir çok teori geçerliliğini kaybetmişse de bulunan iskeletlerin İnka asillerine ve din adamlarına ait olduğu göz önüne alındığında şehrin çok önemli bir yerleşim merkezi olduğu reddedilemez bir gerçektir.
Şehrin keşfini yapan kişi Hiram Bingham’dır lakin bu durum bir kesinlik taşımamaktadır çünkü hakkında yapılan birçok spekülasyon onun bu keşfinin önüne geçmiştir. Bingham’ın keşfinin 1912 ve 1913 yıları arasında olması ayrıca şehirde altın bulunulduğu ve bulunan bu altınların da sözde Amerika’ya taşındığı işin başka bir boyutudur. Orda bulunan yerli halkta bu şehri zaten daha önceden bildiklerini ve Bingham’ın bu yeri keşfetmediğini söylemişlerdir.



Machu Picchu günümüze kadar ayakta kalabilmiş doğa ile iç içe olan harika bir antik yapıdır. Bunun sebebi şehrin 1532 yılında İspanyol istilacılar tarafından fark edilememesi ve bulunduğu yerin yüksek olmasından dolayıdır. Eğer sizde Unesco tarafından Dünya miras listesine alınan bu yeri canlı canlı görmek istiyorsanız çok iyi bir seçim yapmışsınız demektir. İzlemeniz gereken yol Peru’ya vardıktan sonra Cusco şehrinden Machu Picchu dağına ulaşmaktır. Zirvesinde bulunduğu dağın adını taşıyan bu gizemli ve antik şehir görülmesi gereken yerler arasında da bulunmaktadır. Şehir Güney Amerika’da en çok turistin uğradığı yerlerden biridir ve hergün ortalama 2000 kişinin ziyaret ettiği kayıtlara geçirilmiştir.  


Puno

Deniz seviyesinden 3860 m  Titicaca Gölü, dünyanın en yüksek ticari gezilebilir gölün kenarında yer almaktadır.Puno, Perunun  önemli bir tarım ve hayvancılık bölgesidir; 
Aymara uygarlığı başladıgi yerdir.Puno sanatsal, dans ve kültürel zenginliginden dolayi,  "Capital Folklorica del Peru" (Peru folklorik başkenti) olarak da bilinir"Virgen de la Candelaria" en buyuk festivallerden biridir. Iste bu festivalden bir kac kare

 



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tikaka Golü ve Yüzen adalar

Peru türk elçiliğiyle yapmış olduğum yazımalar sonucunda , kaçak olarak Peru da kalmanın yaptırımının ağır olduğunu,3,4 ay mahkemesi süreceğinin daha sonra Türkiye ye sınır dışı edilme ihtimalinin yüksek olduğunu söylediler, Emin olmamakla birlikte tutuklu yargılanırsam sıkı tuttuğumu düşündüğüm bu dönemde temiz hava almak için yüzen adalara gitmeye karar verdim. Ulan bir Maçhu Pcıhu yu görmek için başımıza ne işler açtık demekten kendimi alamıyordum. Neyse yaa sıktır et ne olacaksa olur. Gerçi 2-3 ya Peru hapisanelerinde vakit eminim güzel geçer zaten şu hayatta yaşamadığım  bir o kalmıştı onu da yaşasaydım süper bir hayat yaşadım diye kendi kendimi avutacaktım. Amq Türkiyeden askerden kaç   yıllarca, burda  Polisten kaç , Bakalım nerde patlayacak

Çoğunlukla saldan yapılmış yüzer adalarda yaşıyor.;Önce golün sazlarını kesip  kurutuyorlar. 50 santimetre uzunluğunda kesip birleştiriyorlar, sazdan küpler oluşturuyorlar. Küpleri sazlarla birbirine bağlayıp ada kuruyorlar. (Küplerden çürüyenler oldukça yerine yeni kuru saz küpler geliyor.) Adanın zemini de kuru sazla kaplı. Üzerinde yürüdükçe çıtırdayan bir hali gibi. Kulübelerin dışı bir tür ortak kullanım alanı, tıpkı mahalle meydanı gibi.Masal gibi ama gerçek. Adalar arasında ulaşım, yine sazdan ejderha başlı teknelerle sağlanıyor. Turistik gezi ve balıkçı tekneleri de aynı malzemeden Gol halkı için saz aynı zamanda gıda maddesi. Taze sürgünlerin yumuşak iç kısımları çocuk ve büyüklerin yiyeceği. Elbette tek gıdaları bu değil. Balık, ördek ve öbür gıda maddelerini de tüketiyorlar. Evlerin yanındaki ocaklar topraktan Gol halkı İnkaların soyundan gelen 2 bin dolayında Aymara ve Keçhua yerlisi. Hepsinin yüzü üçüncü derecede yanık.. Güneşten yanıp çatlamış yüzleriyle gerçekten güneşin çocukları gibiler.Aynı benim çocukluğum.;Öyle ya, yapay adalarında tek bir ağaç yok. Tek yeşillik, kenarlarda bulunan sazlıkların yeşilliği.Neden Yüzen ada dendiği kısmına gelince de yüzüyor gerçekten. 

Puno macerasını tamamladıktan sonra Peru- Bolivya sınırında bulunan Yuguano ya geçtim. Sınır denilen bir şey görünmüyordu, insanlar yürüyerek sınırı geçiyor hatta bir diğer ülkede alışveriş bile yapabiliyorlardı. Önce Peru sınır karakolunun içine girip insanlarının ne yaptığını gözlemledikten sonra, hemen yanında bulunan Bolivya sınır karakoluna geçip giriş mührü vurdurmak için sıraya girdim. Amacım çıkış damgasını kontrol edip etmediklerini öğrenmekti . Evet hayal kırıklığı, bir önceki ülkenin çıkış damgasını kontrol ettikleri yetmezmiş gibi bir de Peru dan almam gereken bir kağıdı soruyorlardı. Başka seçeneğim yoktu sınırı gene damgasız geçecektim.Karakoldan çıktım Bolivyaya doğru yürüdüm, dolmuş muavinin biri çobacana diye bağırıyordu, koşup dolmuşa yetişip, Çobacanaya geçtim. Ve bir ülke daha sırtımdaki haritaya eklenmiş oldu















Tarihi

Ispanya dönemi öncesi Peru tarihi hakkında, elde yazılı ve kayıtlı dokümanlar yetersiz olduğu için, bilgiler oldukça zayıftır. Yapılan tarihi çalışmalardan çıkarılan sonuçlara göre, Peru topraklarında ilk yaşayanlar Panama Boğazını geçen ve Pasifik Okyanusunu aşan göçebe avcıları ve balıkçılık yapan insanlardır. Peru’da M.Ö. 1200 yıllarından, M.S. 1532 yılına kadar çeşitli medeniyetler gelip geçmiştir. Chavin (Şöven), Klasik, Chimu ve İnka diye bilinen bu dönemlerin sonuncusu olan İnka medeniyeti kıtada ve ülkede en tesirli olanıdır. İspanyollar ilk olarak 1531 yılında Francisco Pizarro vasıtasıyla ülkeye geldiler. Bundan sonra Lima, Peru’ya İspanya adına gelen genel valilerin merkezi oldu. Güney Amerika’da iyice yerleşen ve kuvvet bulan İspanyol idaresi, Peru’nun bağımsızlığının gecikmesine sebep oldu. 1821 yılında Arjantinli Jose de San Martin, Peru topraklarını topladığı kuvvetlerle ele geçirdi. Arkasından Simon Bolivar ve Antonio J. de Sucre komutasındaki kuvvetler İspanyolları bozguna uğrattılar. 1826 yılında Callao bölgesinin de ele geçirilmesi sonunda Peru bağımsızlığını ilan etti. Böylece Amerika kıtasındaki İspanya İmparatorluğu çöktü. 
1846 yılına kadar ülke içinde siyasi ve politik mücadeleler başgöstermiştir. Evvela 1822’de kongre bir cumhûriyet anayasasını kabul etti ve 1823’te Jose de la Riva Agüero ülkenin ilk başkanı oldu. 1879-84 yılları arasında Şili, Peru ve Bolivya’ya saldırdı ve Tarapaca, Tacna veArica’yı ele geçirdi. Yıllarca süren mücadeleler sonunda 1929 yılında yapılan bir antlaşmayla anlaşmazlık kesin olarak son buldu. Antlaşmaya göre, Arica bölgesi dışındaki bütün bölgeler, Peru’ya geri verildi. 1968 yılında yapılan bir askeri darbe ile, başkan Femando Belaunde Terry görevinden uzaklaştırıldı. 1974 yılına kadar devam eden askeri hükümet zamanında petrol, bankacılık, madencilik ve balıkçılık millileştirildi. 
 Başkanlığa yeniden F. B. Terry getirildi. Yeni hükümet sosyalist sistemi terk ederek liberal sistemi ülkeye getirdi. Ülke ekonomisi girdiği çıkmazdan kurtularak normale döndü. 1981 yılında Ekvador sınırında bazı çatışmalar olduysa da çabuk kapandı. Bundan sonra Mao’cu solcu teröristler ülkede olaylar çıkarmaya başladılar. 1982 ve 1983 yılında hızlanan bu tedhiş eylemleri daha çok ABD aleyhine yapılmaktaydı. Peru tarihi.